buralarda iken

4 dakika okuma süresi

Photo by Ilya Plakhuta.

Karışık Kaset’te başladığım yazı serisinin devamı niteliğinde olacak bu yazıda yine albüm önerilerinde bulunacağım. Bunun yanında birazcık da bir şeyler anlatmayı umuyorum.

Dinleyicileri farklı şekillerde sınıflandırabiliriz, ele alacağım sınıflandırma yeni müziklere ve keşfetmeye açık olan veya olmayan insanlar üzerine. Çevremde iki türden de örnekler mevcut; bazı dostlarım bir yıl boyunca sadece sevdiği sanatçı ve albümleri dinlerken diğerleri ise beğendiği türlere ait başka sanatçılar bulmayı hatta yeni türler dinlemeyi tercih ediyor. Eldekiyle yetinmek, cesaret edip vakit harcamak istemeyenlerin nasıl bir mindset ile hareket ettiklerini merak ediyorum.

Benim burada belirteceklerim sadece ikinci grupta yer alan birinin görüşleri ve düşünceleri olacak. Kişilerin neden böyle bir şey yaptığına dair veriler ve istatistikler sunacak altyapıya sahip değilim.

Heraklitos’un da söylediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.”. Her ne kadar ertelense bile bundan kaçış olmayacaktır, farkında olmadan yaşanacak bir olaydır. Ancak bu arayışta arzularımızın sınırını keşfedemez isek veya sınırımızı aşıp aç gözlülük yapar isek sahip olduğumuz huzur ve mutluluğu kaybedeceğimiz de su götürmez bir gerçek. O yüzden iki tarafın da kendine has olumsuzlukları var.

Müzik üzerinden anlattığımız bu durum aslında hayatın her yerinde kendisi gösteriyor. Epikür var olan durumda mutlu olmaya çalışmamızın sebebini ölüm korkusuna bağlıyor ve ölümün deneyimlenemeyecek bir şey olduğunu anlatıyor. “Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz.” diyerek deneyimlemediğimiz ve bir olguya sahip olmayan bir şeyden korkmamak gerektiğini ifade ediyor. Korkularımızı yener isek hazza ulaşabiliriz, ulaşırken de beklentilerimizi bir kenara bırakmamız gerekiyor. Haz kovalanan bir şey değil korku ve endişeden arınmış bir yaşamın getirisi olarak görülebilir.

İki gruba ayırdığım dinleyici grubunda haz peşinde koşanlardan çok bulduğuyla yetinenlerin durumu daha kötü geliyor. Çünkü bir taraf korkularını yenmiş iken sadece kovalayarak kendini yıpratıyor öteki taraf ise korkularıyla yüzleşmekten çekindiği için bu durumda yaşamını devam ettiriyor. İkisinin ortasını tutturmak zor olsa bile çaba göstermeye değer bir eylem.

Serinin ilk yazısında başladığım önerilere devam edecek olur isek bu sefer üç albüm ile sınırlandıracağım, daha detaylı bir şekilde anlatma şansı vereceğini düşünüyorum.

Silk Degrees — Boz Scags

Geç olsun güç olmasın keşiflerimden birisi Boz Scags’ın beş kez platinum albüm sertifikası almış olan Silk Degrees oldu. İçerisinde Lido Shuffle ve Lowdown hitlerini de bulunduran bu albüm soft rock ve blues türünde denebilir hatta soul vari bir havası da olduğunu söylemeliyim.

Radyolarda ve müzik listelerinde uzun süre yer edinen şarkıları bir yana Lowdown’ın yaklaşık 39 farklı parçada sample olarak kullanıldığı, hiphop camiası tarafından epeyce benimsenen bir parça olduğunu eklemeden edemeyeceğim. Bu güzel albümü dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

A Fireside Chat with Lucifer — Sun Ra

Herman Poole Blount, diğer adıyla Sun Ra deneysel jazz müziğinin atalarından olarak tarihe geçmiş isimlerden. Binden fazla parçada ve sayısız albümde imzası bulunan Sun Ra vakti zamanında İstiklal Caddesi’nde kamyonet arkasında canlı performansta bulundu. Albümden daha çok müzikal dehayı anlatmak daha mantıklı olacaktır diye düşünüyorum çünkü tek bir albümde yargılanacak bir isimden ziyade bütün yaptığı işlere göre yorumlanması gerekiyor.

1953’ten 1990’a 37 yıllık müzikal kariyeri boyunca elde ettiği başarılar ve yarattığı afrofütürist akım başlı başına neden bu kadar önemsenmesi gerektiğini anlatıyor. Bunu ayrı bir yazı olarak anlatmayı çok isterim, şimdilik sizi albüm ile başbaşa bırakıyorum.

Maggot Brain — Funkadelic

Eko yapan bir sesin “Mother Earth is pregnant for the third time.

For y’all have knocked her up” sözleriyle başlayan, albümle aynı ismi taşıyan parça insanların dünyayı nasıl becerip mahvettiğinden bahsettikten sonra bize Eddie Hazel’in yaklaşık 10 dakikalık gitar solosuyla başbaşa bırakıyor. Bu albümü sadece bu solodan dolayı bile dinleyebilirsiniz.

Hendrix vari solodaki melankolikliği George Clinton’ın Hazel’a “Annen ölmüş gibi çal” demesine borçluyuz. Gerçekten A sınıfı bir iş çıkarıp bizlere rock müziğin nasıl olmasını gerektiğini özetliyorlar. Albümün kalanında bir başka uzun parça olan Wars of Armageddon ile politik duruşlarını da gösteriyor. Saf rock müzik için tavsiye edeceğim albümlerden bir tanesi 54 dakikalık şölen ile kesinlikle bu olur.

Umarım haftanız güzel geçer ve biraz da olsa korkularımızı ve endişelerimizi bir kenara bırakırız.

Merhaba

Ben Mert, Karışık Kaset ve Medium üzerinden denediğim blog işini kendime ait bir siteye taşımak istedim. Blog ile beraber arada ürettiğim işleri de eklemeyi düşünüyorum.